30 Aralık 2014 Salı
SOSYAL FOBİ BİREYSEL ÖZEL ÇALIŞMA
Sosyal Fobi ( Kaygı - Korku Çalışması): Sosyal fobi özellikle 0-6 yaş aralığında kişinin kendini gerçekleştirme,ifade etme, onaylanma ihtiyaçlarının karşılanmaması sonucunda tohumları atılan ergenlikte ve yetişkinlik sürecinde yaşanılan olaylar, kişiler ve bunlara bağlı düşünce kalıplarıyla oluşan kaygı ve korkulardır.
Toplumsal ya da bir eylemin gerçekleştirildiği durumlardan belirgin ve sürekli bir korku duyarak, utanç duyabileceğine dair asılsız düşüncelerin varlığıdır.
Özbenlik, özsaygı ve özgüvenin oluşmasına engel olan düşünce kalıplarını, duyguları ve çocukluk dönemini fiksasyon(takılma)ları çalışmayı içerir.
Gerektiğinde dış mekan çalışması yapılmaktadır.
Kişiye özel seanslar ilk görüşmeden sonra belirlenir.
PSİKOTERAPİ: HAYATLA ANLAŞABİLMEK
İnsanlar psikologlara NE ZAMAN giderler? ‘Hayatla çatışmaya başladıkları zaman ya da kendileriyle…’
Çatışmanın nedeni ister ‘depresyon’ olsun, ister ‘kaygı’, kişi artık yaşamla uzlaşamadığı durumlarda hayatı yeniden kazanmak için tedavi olmak ister.
Bu bir savaş mıdır acaba? Tek başına gücünün yetmediği yerde destek mi alır insan? Ya da yüzleşmek korkutucu mu gelir, korktuğu için mi kaçar kendinden?
Aslında yaşam kişilere değil, kişiler yaşama etki ediyor. Suçladıkları kendileri değil hayat oluyor, takıldıkları yerde sorgulara başlıyorlar ve kendileri dışında her şeyi suçluyorlar. Hapsettikleri kendileridir; insanlar özgürleştiremediği duygularından korkuyorlar...
Bazen hayatı durdurmak isterler, kendileri dışında akan zamanın varlığını inkar etmek o an için her ne kadar çözüm gibi gözükse de hızla ve kuvvetle akan bir suyun taşı aşındırıp parçalaması gibi rahatsız edici bu yaşam döngüsü içinde yok oluş hissinin acı verdiğini anlamaya başlarlar. Sorgulamak, tartışmak iyidir. Düşünceler egzersiz yapmadan bedeni sağlıklı besleyemez. Psikolojik sağlık üzülmemek, sinirlenmemek, huzursuz olmamak değildir. Bilakis, bu yaklaşımlar endişe vericidir. Çünkü kişi hayatla anlaşmak yerine tüm bağlarını koparmış demektir.
Kişiler kendi ürettikleri düşüncelerle, yaşadıkları olumsuz olayları pekiştirirler. Çözülebilecek sorunlar azken, zamanla sorunların üzerine yenilerini ekleyerek çıkış yolu bulmakta zorlanırlar çünkü omuzlarında artık bir sorun değil sorunlar vardır ve zamanlarını sadece bunların üzerine düşünerek geçirirler. Bu süreyi çözüme yönelik kullanmak hem beynen hem de bedenen hayatın sunduklarına uyum sağlamayı kolaylaştıracaktır.
Hepimiz insanız elbette iyi ya da kötü bir takım olaylara maruz kalıyoruz. Önemli olan ne yaşadığımızın ve ne yapmamız gerektiğinin farkına varabilmek, yani hayatla anlaşabilmek…
İnsanlar psikologlara NEDEN giderler? ‘Hayatla anlaşmaya başladıkları zaman…’
Psk. Damla ALKOÇ

SOSYAL FOBİ (TOPLUMSAL KAYGI BOZUKLUĞU)
Kalabalık bir ortama girdiğinizde başkalarının yanında küçük düşeceğinizden, sıkıntı ya da utanç duyacağınız bir biçimde davranışta bulunacağınızdan mı korkuyorsunuz? Peki bu durumu utangaçlık olarak isimlendirmemiz yeterli midir?
Çekingen davranışlar genelde bir sorun olarak algılanmayabilir. Ancak bu kişiler, topluluk içinde yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle bu ortamlardan kaçmaya başlayabilirler. Dolayısıyla bu durum ‘sosyal fobi’nin oluşmasına zemin hazırlar.
Sosyal Fobi genellikle ergenlikte 13-18 yaş arasında başlamaktadır. Bazı yeni sosyal ya da mesleki ihtiyaçlar (yeni insanlarla tanışma, toplum önünde konuşma gibi) tetiklemedikçe 25 yaşından sonra nadir olarak başlar.
Türkiye’de tanı almışlar üzerinde gerçekleştirilen çalışmalarda; Erkeklerde daha yaygın(Dilbaz&Güz,2002;Gökalp,2001). Bekarlarda, dullarda, düşük eğitim ve sosyoekonomik seviyede daha sık görülmektedir(Gökalp,2001; Topçu,2004).
Sosyal Fobi’nin nedenine yönelik çeşitli çalışmalar vardır. Sosyal Fobi, psikoanalitik açıdan çocuklukta yaşanan diğer aile bireyleri ile çatışmalarda ortaya çıkan güvensizliğe karşı geliştirilen bilinçdışı savunmalardır. Bilişsel ve Davranışçı yaklaşıma göre, fobinin deneyim sonucu geliştirilebildiği ya da negatif uyaranlara daha fazla dikkat etmeyle ilişkili olduğu belirtilmiştir. Toplumsal Kaygı Bozukluğu’nda kalıtsal faktörlerinde etkili olduğuna dair çalışmalar yapılmıştır. Sosyal fobik akrabaları olan kişilerin bu hastalığa yakalanma riski daha yüksektir.
Toplumsal Kaygı Bozukluğu olan kişilerde başkalarının önünde konuşma, yemek yeme, gülünç duruma düşme ve kaygılarını diğer insanların anlayacağı korkusu sık olarak görülür.
Korkulan durumlarda kişinin kendine yönelik dikkati artar, bununla birlikte genellikle terleme, yüz kızarması, ağız kuruluğu, titreme, çarpıntı gibi fiziksel belirtiler gözlenir. Daha çok sosyal fobiye özgü bir belirti olarak yüz kızarması ortaya çıkabilir.
Sosyal Fobi’nin en belirgin özelliklerinden biri de toplumsal ya da bir eylemin gerçekleştirildiği durumlardan belirgin ve sürekli bir korku duyarak, utanç duyabileceğine dair asılsız düşüncelerin varlığıdır.
Kişiler toplum içinde utanılacak duruma düşmemek ve bu durumda ortaya çıkan kaygılardan kurtulmak için sosyal ortamlara girmemeyi tercih ederler. Ancak kaçınma davranışları kısa süreliğine rahatlama sağlayabilir, sorun yaratan durumlar yaygınsa kaçınmalar işlevselliğini giderek kaybeder.
Sosyal Fobi Tanı Kriterleri;
-Korkulan toplumsal durumla karşılaşma hemen her zaman duruma bağlı bir anksiyete/panik atağıyla sonuçlanmalıdır.
-Başkalarıyla iletişim ve etkileşim içersinde olacağı ortamlarda bulunmaktan belirgin derecede korku duymalıdır.
-Belirtileri genel bir tıbbi durumu, madde kullanımı ya da başka bir psikiyatrik bozukluğu tanılarını karşılamamalıdır.
-Günlük işlevselliğini yitirecek ölçüde sıkıntı yaşamalıdır.
Sosyal Fobi’de kişiler genel bir kaygı durumuna tepki vermekle birlikte daha belirlenmiş, özel fobik tepkiler de gösterebilirler.
Tremofobi (titreme korkusu): Toplum içinde yeme ve içme ya da bir kağıdı imzalama sorunları yaşayabilirler. Titreyen ellerinin dikkat çekmesinden korkarlar.
Hidrosofobi (terleme korkusu): İlgi odağı olduğunda ya da telefon görüşmelerinde sorun olabilir.
Eritrofobi: Yüz kızarması korkusudur.
Sosyal Fobi’nin semptomları göz önünde bulundurulurken, normal kişilik özelliği olan çekingenlik mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu iki durum arasında belirgin farklar vardır; şiddeti, işlevselliği, yol açtığı sonuçlar… gibi.
Sosyal Fobi’de yaşanan korkunun mantıksız, asılsız ve aşırı olduğu bilinir. Çekingen kişilik özelliğinde aşırı değil, alışık ve tanıdık oldukları özellikler olarak tanımlanır. Çekingenler kendi davranışlarını eleştirseler ya da beğenmeseler bile bunları kabul etmeye yatkındırlar.
Yapılan yanlışlardan biri de toplumsal kaygı bozukluğu olan kişilerde bu süreç uzun bir döneme yayılmıştır, bu yüzden yakınları tarafından kişilik özelliği olarak da kabul edilebilir ve dolayısıyla tedavi düşünülemeyebilir.
Psk. Damla Alkoç

29 Aralık 2014 Pazartesi
Psikolojik Demokrasi
Psikolojiyi anlamak... Çok geniş bir alanda kısa adımları önceki ve sonraki adımları düşünerek atmak gibidir. Psikolojiyi anlatmak... ise daha zordur aslında atılan, atılacak ve atılmış olan tüm adımları keşif için başka yollarda ve hiç atılmamış adımlarla yürümek zorundasınızdır.
Evet birçok kişiye göre kendilerinin dışında tutulan bir alandır ve en çok da o kişiler en içten bağımlıdır. Korktuğunuz, kaygılandığınız ne varsa önce o duygulardan kaçmaya çalışırsınız ve zihniniz bunu çoğu zaman siz farkında olmadan yapar. Siz farkında olmadan beyniniz bir bilgisayar programı gibi kendi içinde koordine olmuştur. Belki çocukluk anılarınızdan ya da yaşadığınız travmadan sonra sistem kendini korumaya alır ve tekrar aynı duyguları yaşamamak için hep kendinizi korumak adına çalışır. Çoğu zaman aynı sözleri duyuyorum gelen danışanlardan; 'her an kötü bir şey olacakmış gibi hissediyorum', ya da 'çabuk öfkeleniyorum ama bir anda geçebiliyor ve sonra çok pişman oluyorum '...gibi. Duygularınız aslında içinizde neleri bastırdığınızı işaret eden yol haritalarıdır. Çıkış yolunu gösterirler ancak bakmayı öğrenemezsek o yolu hiç bulamayabiliriz ve kendiniz kendinizle baş edemediğinizde kaybolduğunuzu ve yok olduğunuzu düşünürsünüz.
Bir insan yaşamını duygu, düşünce ve davranışlarıyla bir bütün olarak inşa ederse hayat ve kendi arasında bir bağ kurmuş olur ve boşluk oluşmaz. Bu bütünlüğü kuramadığınızda o boşluğun içinde, evet yok olabilir ya da kaybolabilirsiniz.
Kendini gerçekleştirme; yani kendi bireysel yaşam alanınızda seçimlerinizi, düşünce ve davranışlarınızı özgür iradenizle kullanabilme lüksüdür. Lüks diyorum çünkü yeme, içme, üreme kadar temel ihtiyaçlarımızdan olan kendini gerçekleştirme sürecini tamamlamış ve bütünlüğü yakalayabilmiş kişilerin sayısı malesef çok görülmemektedir. Çevresel faktörlerin sınırlılığı ve sınırladıkları en önemli etkenlerden birisidir. Kültürel, sosyal toplum yapısı ve yaklaşımlar en başta aile içinde demokrasiyi sağlama ve her bireyi yaş kriterine bakmadan birey olarak kabul etme ve dinleme, seçim hakkı tanıma gibi imkanları sunabilme açısından eksikliklerimiz olduğunu söyleyebiliriz.
Psikolojik demokrasi; doğum itibariyle başlayıp yaşam döngüsü içinde kişinin kendisini bir birey olarak kabul ettirmek için çevrenin tepkileriyle şekillendiği, var olabilmek için mücadele verdiği ve bunu düşüce ve davranışlarına aktardığı uzun bir süreçtir. Bu sürecin temelleri çocukluk yaşantısında atılır. Bazen davranışlarınızla düşünceleriniz uymadığında çatışma yaşarsınız ya da 'ben kimim?' diye sorular yöneltirsiniz kendinize. Belkide yaşamınızın bir döneminde bir boşluk oluşmuştur ve yeri dolmamıştır...
Evet birçok kişiye göre kendilerinin dışında tutulan bir alandır ve en çok da o kişiler en içten bağımlıdır. Korktuğunuz, kaygılandığınız ne varsa önce o duygulardan kaçmaya çalışırsınız ve zihniniz bunu çoğu zaman siz farkında olmadan yapar. Siz farkında olmadan beyniniz bir bilgisayar programı gibi kendi içinde koordine olmuştur. Belki çocukluk anılarınızdan ya da yaşadığınız travmadan sonra sistem kendini korumaya alır ve tekrar aynı duyguları yaşamamak için hep kendinizi korumak adına çalışır. Çoğu zaman aynı sözleri duyuyorum gelen danışanlardan; 'her an kötü bir şey olacakmış gibi hissediyorum', ya da 'çabuk öfkeleniyorum ama bir anda geçebiliyor ve sonra çok pişman oluyorum '...gibi. Duygularınız aslında içinizde neleri bastırdığınızı işaret eden yol haritalarıdır. Çıkış yolunu gösterirler ancak bakmayı öğrenemezsek o yolu hiç bulamayabiliriz ve kendiniz kendinizle baş edemediğinizde kaybolduğunuzu ve yok olduğunuzu düşünürsünüz.
Bir insan yaşamını duygu, düşünce ve davranışlarıyla bir bütün olarak inşa ederse hayat ve kendi arasında bir bağ kurmuş olur ve boşluk oluşmaz. Bu bütünlüğü kuramadığınızda o boşluğun içinde, evet yok olabilir ya da kaybolabilirsiniz.
Kendini gerçekleştirme; yani kendi bireysel yaşam alanınızda seçimlerinizi, düşünce ve davranışlarınızı özgür iradenizle kullanabilme lüksüdür. Lüks diyorum çünkü yeme, içme, üreme kadar temel ihtiyaçlarımızdan olan kendini gerçekleştirme sürecini tamamlamış ve bütünlüğü yakalayabilmiş kişilerin sayısı malesef çok görülmemektedir. Çevresel faktörlerin sınırlılığı ve sınırladıkları en önemli etkenlerden birisidir. Kültürel, sosyal toplum yapısı ve yaklaşımlar en başta aile içinde demokrasiyi sağlama ve her bireyi yaş kriterine bakmadan birey olarak kabul etme ve dinleme, seçim hakkı tanıma gibi imkanları sunabilme açısından eksikliklerimiz olduğunu söyleyebiliriz.
Psikolojik demokrasi; doğum itibariyle başlayıp yaşam döngüsü içinde kişinin kendisini bir birey olarak kabul ettirmek için çevrenin tepkileriyle şekillendiği, var olabilmek için mücadele verdiği ve bunu düşüce ve davranışlarına aktardığı uzun bir süreçtir. Bu sürecin temelleri çocukluk yaşantısında atılır. Bazen davranışlarınızla düşünceleriniz uymadığında çatışma yaşarsınız ya da 'ben kimim?' diye sorular yöneltirsiniz kendinize. Belkide yaşamınızın bir döneminde bir boşluk oluşmuştur ve yeri dolmamıştır...
26 Aralık 2014 Cuma
22 Aralık 2014 Pazartesi
KÜÇÜKKEN BİZ
Küçüklükten itibaren çevremizdeki insanlar bizlere hayatı
anlatmaya çalışmışlardır. Ebeveynlerimizin üstlendiği bu roller, daha sonra
sosyal, özel ve iş yaşantımızda da bize öncülük edecektir.
Bilinçaltımızın
tabiri caizse tüm alıcılarının açık olduğu 0-7 yaş arası dönemde, zihnimiz o
kadar boş ve dolmaya o kadar müsaitti ki bize söylenen ne varsa bazen olduğu
gibi bazen de anlamlandırdığımız gibi kaydettik.
Sosyal çevremiz
her şeyin farkında olduklarını ve özellikle her şeyi bildiklerini iddia etseler
de çok önemli bir detayı her zaman atladılar. İç dünyamızı...Küçük bir çocuğun
gözünden dünyayı... Gördüğü başka bir evren, duyduğu başka sesler,
hissettikleri başka duygulardır.
Hiçbir çocuk bir
yetişkin gibi düşünemez.
Bizler kendimizi
tanımaya başladığımız ilk yaşlarda, çevreden onay, ilgi bekledik. Sevme-
sevilme duygusu gibi temel ihtiyacımızı doyurmaya çalıştık.Cinsiyetimizi fark ettik
önce, sonra kendimizi kanıtlamak istedik. Yaptığımız hatalar değil,
hatalarımızın bize yansıtılma şekilleri kişiliğimizi oluşturmaya yetti.
Çünkü bizlerin zihni berraktı,kirlenmemişti. Olumsuz
eleştiriler, kıyaslanma, küçümsenme, onaylanmama...vs kirletti. Yetişkinlerin
farkına varmadan söylediği en ufak bir söz ya da davranış bizim küçük dünyamızı
şekillendirdi üstelik onların yoğun zihinlerinin bundan haberi yoktu.
Ebeveynlerin en
büyük hatalarından biri, onları bizim anlamamızı beklemeleriydi. Belki de biz
çocuklar olarak da bu hatayı yaptık. Her tartışmada ' siz beni anlamıyorsunuz,
sevmiyorsunuz' demez miydik? Bizleri her uyardıklarında ya da kızdıklarında
sevmediklerini düşünürdük.
Sonra da onların bizlere karşı olumsuz yaklaşımları
bilinçaltımız tarafından özümsenirdi ve anlamlar yüklenirdi.Yetişkinlik dönemimizde
yaşadığımız sıkıntıların temelinde de bunları bulabilmek mümkün.
Başarısız olduğumuzda -ki bu çok normaldi mutlaka hata
yapacaktık- bize gösterilen tepkiler
bizi çok sevdiklerinin,önemsediklerinin göstergesiydi belki ama o kadar
soyut göremiyor, düşünemiyorduk. Her şeyi somut görürdük ve yüzlerindeki ifade
bizi reddedilmiş, yetersiz, başarısız hissettirmeye yetebilirdi.
0-7 yaş arası zor
bir dönemden geçiyorduk, soyut düşünme yetisi henüz gelişmemişti.
Peki
yetişkinlerin bu konuda eksiği neydi?
- Çocuklarınıza öncelikle var olduklarını, değerli
olduklarını hissettirin. Birey olarak dinleyin, önemseyin, konuşun.
- Yaptığı hataları
yargılamayın sadece neyin doğru olduğunu gösterin.
- Kişiliğini etkileyecek '-sın, -sun' gibi sözcüklerden
kaçının.' Yaramazsın', 'tembelsin' gibi sözler davranısı pekiştirir ve olumsuz
davranışların artmasına neden olur.Kendisini bu şekilde kabul eder,
değiştirmeye çalışmaz.
- Çevreye kendilerini kanıtlamalarına izin verin. Her çocuk
dış çevrede kabul edilmek, sevilmek ister. Ne kadar olumsuz davranışları olsa
da yanında ona güvendiğinizi belirtin ve olumlu davranışlarını ön plana
çıkaracak cümleler kurun.
- Çocuğunuzla yasanılan problemleri uzmanların yardımıyla
çocuğu olumsuz etkilemeyecek şekilde çözmeye çalışın.
- Gün içinde yaşanılan stres ya da zihninizi mesgul eden
düşüncelerden dolayı aslında çocuğunuzun sizi nasıl gözlemlediğini
farketmiyorsunuz,. Onun zihninin her daim sizden gelecek bilgilerle dolacağını
unutmayın.
- Çocuğunuza sorumluluk verin, kendi alanını yaratsın.Özgüven
tohumlarının atılması için önemli etkenlerdir.
-Her istediğini yapmak, her sorumluluğunu üstlenmek yarar
sağlamaz aksine çocuğunuz sınırlarını bilemez ve diğer uyum sağlaması gereken
ortamlarda planlara uyma konusunda sorun yaşayabilir.
- Hırçın, saldırgan davranışların temelinde çocuğun duygusal
gelişiminde sorun olduğunun göstergesidir, sorunların neler olabileceğini
önemseyin.
Psikolog Damla Alkoç
DÜŞÜNCELER -SOYUT YAŞAM-
Düşüncelerden kaçamıyorsun değil mi? Akıl gözün kalp
gözünden fazla uyanık. Tarifsiz, derin anlamlar içinde boğuşuyorsun. Kimsin? ve
Ne için buradasın?
Tüm yaşantın sana mı ait? Yoksa içinden mi geçiyorsun
sadece, ne olup bittiğini anlayamadan? Düşünceler seni esir alıyor. Kendinden
uzaklaştıkça düşüncelerine yakalanıyorsun. Sana ızdırap vermeye başladıkları
anda teslim oluyorsun...
Gün içinde farkında olmadan kaç kez dalıp gidiyorsun? AN' ı
yaşayamadan, nerede, ne yaptığını farketmeden hissizleşmeye başlıyorsun soyut
düşüncelerle yaşadığın dünyanda.
Soyut üzüntüler, soyut mutluluklar, soyut heyecanlar,soyut
ümitler...Bugün, 'burada', 'su an' da neler hissettiğinden, görünenlerden uzak,
düşsel dünyanda yaşatıyorsun duygularını.
Düşünceler olumsuzsa üstelik; geçmiş hüzünlü yaşantılar,
pişmanlıklar, hayal kırıklıkları, keşke'ler, acaba' lar barınıyorsa tüm
yaşantını kısır döngü şeklinde devam ettirmekle birlikte,' VAR' olduğunu' YOK'
sayıyorsun.
Yaşadığın her ne ise hepsi hayatını daha iyi düzene
koyabilmen için birer deneyimdi. Hepsi senin için sunulmuş fırsatlardı.Seçim
senin; ya seni engelleyen, olumsuz duygu uyandıran düşüncelerin seni
yönetmesine izin verirsin ya da düşüncelerinin hayatını etkilerken senden izin
almasını öğretirsin.
Eğer yaşadığın olumlu-olumsuz deneyimleri mantık süzgecinden
geçirmeden olduğu gibi özümsersen robot misali zihinsel programına göre yaşarsın,
yasadığın her olay 'etki-tepki' yasasında olduğu gibi benzer tepkilere neden
olur.
Kendini tanımaya başladığın an düşüncelerini; düşüncelerini
tanımaya başladığın an kendi gücünü keşfedeceksin.
Düşünceler gücünü kırmasın, aksine yaşam yolunda sana güç
katsın.
Psikolog
Damla Alkoç
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)